Açık Sınıf’ta ilk ders: Etkinlik Yönetimi…

Yorum bırakın


geçen ay el sıkıştığım ve eğitimcileri arasında listelendiğim Açık Sınıf‘ta ilk dersim, #EtkinlikYönetimi. Profesyoneller kadar üniversiteye devam edenlerin de rahatlıkla katılabileceği 2 günlük benzersiz bir eğitim programı…
Bu eğitim ile katılımcılar; yaşamın her alanında iyi ve doğru iletişim kurmanın, yenilikçi düşünmenin, sorunların üstesinden gelmenin, dışa dönük olmanın, kendi kendine yetmenin, becerilerini geliştirme ve mükemmel bir esnekliğe sahip olmanın önemini keşfedecekler. Bu sayede pek çok kapının açıldığını görecek, güçlü bir kişilik edinme yolunda ilerleyebilecekler.
açık sınıf_Etkinlik Yönetimi_detaylı

5N1K ile Etkinlik Yönetimi | Event Management via 5N1K

Yorum bırakın


kitabım bugün tam bir aylık oldu… yazıldı, okundu, basıldı ve sizlere ulaştı. bir kaç sözcükle anlatılabilecek kadar sade ama yaşanırken ve özellikle de bir sonraki aşamaya geçiş beklenirken de bir o kadar sancılı bir süreç. ilgi, umduğumdan büyük, satış da beklediğimden yüksek. önümüzdeki aylarda yeni baskı olacak gibi… 🙂
facebook sayfamızdaki göstergelere göre; kitabın varlığından haberdar olan olan sizler ve sizlerin dostları ile 66 bini aşan bir topluluk söz konusu. müthiş bir sayı bu. aynı sayfadan anladığım kadarı ile genel bir beğeni de söz konusu. bu beğeni sadece tıklamalardan ibaret de değil üstelik, eski usül “sevgili hakan” diye başlayan mesajların içinde, hem de satırlar boyunca…
sağolun;
– sağolun emeğe saygı duyup satın aldığınız için…
– sağolun zaman ayırıp okuduğunuz için…
– sağolun düşündüklerinizi paylaştığınız için…
turk_kahvesi her biriniz ile kahve içip sohbet etmiş gibiyim. “bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır” derler, katkılarınız ile sizin de ben de 40 yıl hatırı var artık.
bir eksiğimiz kahve idi, o da burada hazır işte…

Eksiksiz olmuyor (mu?)

Yorum bırakın


yaşamım boyunca hep eksikliklerle uğraştım…
çocuktum ufacıktım, boyu sıraya ancak yeten bir küçük çocuktum, eksik bilgilerim yüzünden eksik kalan notlarım ile boğuştum. sonra büyüdüm, ama yine eksiklerim yüzünden okulun “en gözde delikanlısı” olma fırsatı kaçırdım. ama ne notlarımın eksikliği, ne de kerşı cinsin ilgisinin eksikliği beni üzmedi, kendi kendime “nasıl olsa ileride olur” dedim…
ilk işime başladığımda bir çelimsiz çocuktum, nasıl olmayayım henüz 12-13 yaşlarındaydım, ilkokul bitmiş ve anadolu lisesi’nin hazırlık sınıfını tamamlamıştım. bu işim bir antika eşya satışı yapılan bir dükkandı, iyi bir oteldeydi. mesai ilk grupların check-out yaptığı 06:00’da başlar, yemeklerini yiyen otel misafirlerinin yatmadan önce lobby’de dolaştığı 23:00 sonrası biterdi. düzeni aksatmazdım ama içten içe farkındaydım ve kendi kendime “bu tempoya ne gücüm, ne de enerjim yeter” derdim…
üniversite sınavına girdiğim yıl, ilk kez iki basamaklı sınav uygulaması ile karşılaştım. yaşım eksik kaldığı için benden öncekilerin bir kez yaşadığı stres, benim karşıma tam iki kez çıktı. her iki sınavı da başardım ama notlarım eksik kaldığı için, çok heves ettiğim izmir yerine istanbul’u kazandım. ne yaşımın eksikliği, ne de aldığım notun eksikliği beni yıpratmadı, kendi kendime “nasıl olsa ileride telafi eder, tadını çıkarırım” dedim…
istanbul ün,versitesi, iktisat fakültesi’ndeki lisans eğitimim bitip uluslararası ilişkilerbölümü’nden mezun olduğumuzda, tüm dönem arkadaşımlarım ile birlikte double major-çift ana dal yaptığımızı da tesadüfen öğrendim. sonrasında yüksek lisans yapayım istedim, notlarım tuttu ama ilk yılın sonundaki günler ve geceler boyunca hazırlandığım ilk final sınavında “kapitalizmin şartları” sorulunca sabrım eksik kaldı. kağıdımı verdim, “yüksek lisans yapan birine lisans birinci sınıf vizesindeki soru sorulmaz” deyip çıktım. zaman içinde sildim attım kafamdan ama eksikliğini uzunca bir süre “çok derinden” hissettim, hatta eğitim durumumu soranlara bir kaç kez yüksek sesle “yüksek lisanstan terk” dedim…
okulu milattan öncede bırakınca kendimi bulunmaz hint patiskası gibi hissettim, pek bi’önem verdiğim iş dünyama kendimi maksimum kaptırdığım yıllarda hep zamanımın ne kadar eksik kaldığından yakındım. günde 8 saat çalışanlara bakıp, samimiyetle kendi geleceklerinden çaldıklarını düşündüm. inanılmaz ama yıllarca “en az 16 saat çalışmak gerek” türküsünü söyledim. zaman içinde bunun da yanlış ve eksik olduğunun farkına vardım, kendi kendime gizlice itiraf ettim…
arkadaşlarım, akranlarım 10-12 saat uyurken, hatta haftasonlarında bu süreyi 16-18 saate çıkarırken yine 5-6 saatlik uykum ile onlardan eksik kaldım. fazla uykunun zararları konusunda doktora yapacak kadar bilgi edindim ama bir de bakmışım ki bol uykuyu sevenler için gecemi gündüzüme katmışım yıllarca. bu kadarı da fazlaydı, kendi kendime “pes” dedim…
hem okudum, hem çalıştım. zaman kıttı. iktisat fakültesi’nin uluslararası ilişkiler bölümü’nde okurken sırası ile önce türk haberler ajansı’nda, sonrasında da nokta dergisinde çalıştım. zaman yetmiyordu. türk haberler ajansı’ndaki işim, şirket hiyerarşisi içinde office-boy’un altındaydı, onun bastığı haber bültenlerini sokakta kapı kapı dolaşıp dağıtırdım. zaman hep eksik kalırdı. nokta büyük fırsattı genç bir delikanlı için ama zamanım yetmezdi, gece yarısından önce çıkamazdım ercan arıklı’nın yönettiği nokta dergisi binasından. bana göre herşey doğruydu ama bir şey, hatta bir çok şey eksikti. en çok da yol kenarındaki bir cafe’de içilen kahve keyfi eksikti. bunları düşündüğümde kendi kendime, “şımarma” derdim ama bu eksik, sonraki yıllarda bile içime dert olmaya devam etti…
ilk genel müdür yardımcısı ünvanımı aldığımda ayaklarımı yerden kesmişti, “fazlasıyla hak ettiğim” söylendi. “madem hak ettim, neden fazlası değil” demek aklıma bile gelmedi.
geçen binyılda, yabancı ortağı olmayan ve üstüne üstlük hizmet sektöründe olan bir şirketin cirosunun milyon doları aşması pek alışılmış bir durum değildi. bir değil tam beş milyon dolar eşiğinin aşılmasında kilit rol oynadım. geçtim beş bin liralık primi, beş saniye ayrılıp da “teşekkür ederiz” bile denmedi. “hevesim kursağımda kaldı” demiyeyim ama içimde bir kez daha büyük bir şey eksik kaldı…
20’li yaşlar, 30’lu yaşlar, 40’lı yaşlar hızla geçti… hiç bir eksiğim yok, her yaşın hakkı tamam diyordum. üstlendiğim her işin hakkını verdim diyordum. başımı kaldırınca ve farklı bir açıdan bakınca epeyce eksiğim olduğunu fark ettim, içim burkuldu. daha önce de olduğu gibi kendi kendime kızdım, kocaman bir “pes” dedim…
bugün-yarın 50 olacağım…
daha sonra 60, olur mu olmaz mı bilmiyorum…
40 küsur yıl insanı yoruyor, 50’lerde bunu telafi edecek güç olacak mı bilmiyorum…
birinci bahar’dan kimse bahsetmiyor ama ikinci bahar dillere pelesenk. gülüp geçiyorum kendi kendime, “hayırlısı” diye ağzımda geveliyorum. insan ister hiç bir şeyin eksik olmadığı anları, hatta uzunca bir zamanı ve mümkünse de yılları. bazen oluyor, bazen olmuyor ama bir şeyler hep eksik kalıyor.
60’lar yeni bir şeyler getirir de eksikleri giderir mi hakikaten kestiremiyorum. kimi çağdaşlarım 70’lerinden, 80’lerinden bahsediyor. planlarını anlatıyor. daha eğitimi süren çocuklarından bekledikleri torunlardan söz ediyorlar. yolları açık olsun. gönüllerine yakıştırdıkları, gerçekleri olsun elbette. kendi adıma, kendi payıma bu konuda da eksik olduğumun altını çizmeliyim. takvim yapraklarımın eksik olmasında değil sorun, daha derinde… bir başka eksik’te…
zaman eksik…
mekan eksik…
sağlık eksik…
huzur eksik…
bilgi eksik…
para eksik…
özetle ağız tadı eksik…
bu yazıyı yazarken, eksikleri sıralayıp “nasıl gideririm” sorusuna yanıt aramaktı niyetim. sanırım bu da bir başka eksik oldu…
şu eksikler bir bitse… yaşamın bir döneminde de eksik’ler ile uğraşmasam…
öyle bir zaman geldiğinde o kadar mutlu olacağım ki, geride kalan kimi eksikleri bile görmeyeceğim, görmezden geleceğim…
dilerim öyle bir zaman vardır, dilerim o dönem gelsin…
“eksiksizlik, ütopyadır” mı dedi biri uzaktan…
çeneni kapat arkadaş, bir ümidim var onu da tüketme bari…
belki vardır…
bakın bu bir fincan kahvenin hiç bir eksiği yok…

görünüm mükemmel, tadı yerinde, sıcaklığı kıvamında, üstelik de durduğu yerde başlı başına bir mutluluk kaynağı…
kahve de özlenir mi, özlenirmiş… can çeker mi, hem de çok fena çekermiş…

erdal erdoğdu

Yorum bırakın


“söz uçar, yazı kalır” lafına içtenlikle inanan biri olarak, bu yazıyı yayınladığım saatlerde, hatta belki de aynı dakikalarda sevgili @erdalerdogdu bloguna “bilgi paylaşma” konusunda çok güzel bir yazdı. bildiğini paylaşmaktan benim kadar keyif alan ve bunu kendine hedef tayin eden, ieü mezunu & “başarı öyküsü” olan sevgili erdal’ın Benden Nağmeler isimli bloğunda “İlmin zekatı onu paylaşarak ödenir” başlıklı yazısını sizlerin de büyük bir zevkle okuyacağınızı düşündüm…

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR 19

Yorum bırakın


BU BİR VEDA DEĞİL, YEPYENİ BİR “MERHABA”…
PRA417 için çalışanlar, sayfasına yazanlar, satırlarına takılanlar, arada bir ziyaret edenler bugün itibarı ile benim “eski” öğrencilerim, yeni “arkadaşlar”ım ve müstakbel meslekdaşlarım… hepinizi kutluyorum…
dünyanın en hızlı gelişen iş kollarından biri olan etkinlik yönetimi konusunu tek döneme sığdırma çılgınlığında beni yalnız bırakmadınız. normal koşullarda “allah akıl-fikir versin” demem gerekir ama… hepinize çok teşekkür ediyorum…
yarım yüzyıla dayanmış koca ömrümde, beş kıtanın her birinden 72,5 çeşit milletten insan sayısız insan ile tanışan ve büyükçe bir bölümü ile çalışarak binlerce günü geride bırakan bana; bu sabah çok özel bir kaç saat yaşattınız. sizler, bugünün mimarları, ustaları, kalfaları, çırakları oldunuz. farklı fakültelerin, farklı bölümlerinden geldiniz. farklı hayalleriniz, farklı hedefleriniz vardı. birbirini tanımayan 44 kişi olarak döneme başladınız, tam 44 farklı birey olarak geldiniz PRA417 dersine; bugün, 44 beyni olan “bir takım” olarak tamamladınız. bence bu, bütünüyle size ait olan muhteşem bir başarıydı… sizleri alkışlıyorum…
“isterseniz” gücün sizde olacağını gösterdiniz, anlattıklarınız ve söyledikleriniz ile bunu kanıtladınız, birbirinizin eksikliğini giderdiniz, “daha iyisi” olsun diye sabahlara kadar uğraşıp, birbirinizin arkasını kolladınız. kiminiz çalıştı, kiminiz çok çalıştı. kiminiz başardı, kiminiz başaran bir takımda olmanın keyfini yaşadı. bundan sonrası sizlere ait ama buraya kadarı benim…
bugünkü sunumlarınız, öncesindeki heyecan ve telaşlarınız, daha öncesindeki provalarınız, daha da öncesindeki çalışmalarınız hep birlikte yaptığınız hasat oldu. bence her şey yerli yerindeydi ve verim yüksekti. sezon başarı ile tamamlandı. darısı bundan sonrasının başına, sizden sonrakilerin başına…
sanmayın ki bu bir veda yazısı ve ben sizlere veda ediyorum. benden kurtuluş yok, daha buralardayım…
ne zamana kadar mı? sizler “başarı öyküsü” olup, sizden sonrakilerin imrenerek baktığı profesyoneller oluncaya kadar… beni çok bekletmeyin, biran önce hakkınız olan başarıyı elde edin ve bundan sonra etkinlerde koşturan değil, sahneyi süsleyen “iyi örnekler” olarak geri gelin…

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR 14

Yorum bırakın


2011 yılının güzel bir Ekim gününde, sevgili arkadaşım Burak Amirak’tan gelen bir telefon ile başladı İzmir Ekonomi Üniversitesi‘ndeki misafir öğretim görevlisi yaşamım. İletişim Fakültesi‘nin iki bölümünden biri olan Halkla İlişkiler ve Reklam‘da verdiğim seçmeli Etkinlik Yönetimi / Event Management (PRA417) dersini hazırlarken ayrı, anlatırken ayrı bir zevk aldım, dersi tercih edenlere de bir şeyler verdiğime inanıyorum…
Etkinlik kavramını salon düzenlemek ya da masa süslemek gibi basitliğe indirgemeden, konser organize etmek veya parti düzenlemek yavanlığına düşürmeden bir İŞ, hem de dünyada en hızla kalkınan bir ENDÜSTRİ olarak konumlandırdım dilim döndüğünce. Her etkinliğin tıpkı bir İNSAN gibi yaşam evreleri olduğunu, doğduktan sonra büyüdüğünü ve serpildikten sonra da yavaş yavaş tükendiğini paylaştım genç öğrencilerimle. Etkinliği, kendi içinde bir CANLI olarak tarifledim haftalarca, onu YAŞAM gibi hatta yaşamın taa kendisi olarak gördük dönem boyunca. Her haftanın ders notlarını özenle hazırladım. Sıcak halleriyle önce okulun intranet’ine ve hemen ardından da SlideShare sitesinde yükledim, herkesi buyur ettim bilgi sayfalarıma.
İstedim ki anlattıklarım bir kişiye daha ulaşsın, bildiklerim bir kişiye daha faydalı olsun, biriktirdiklerim bir kişiye daha yeni güçler versin… Öyle de oldu, son ders notlarımı 2 saat içinde 250’dan fazla meraklı tarafından okundu, incelendi, dağarcıklarında yerini aldı.
Bu çalışma süresince çok değerli öğretim üyeleri ile aynı çatı altında görev yaptım, pırıl pırıl öğrencilerim ile sınıf paylaştım. Her biri ‘güzel’ olan insanlardan oluşan servetime, servet kattım. Bu zenginliğe ek olarak, İzmir güzel bir şehir bana göre. Kampüs de bugün kadar gördüklerimin ve görev yaptıklarımın en alası. Yarım yüzyıllık yaşamımda edindiğim sayılı güzelliklerin önemli bir bölümünü de burada kucaklama fırsatım oldu.

İzmir Ekonomi Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak bu dönem verdiğim Etkinlik Yönetimi/Event Management dersleri, bu hafta sona eriyor. Dönem bitiyor, öğrencilerim gidiyor ve ben de perşembe günü öğle saatlerinde “koccaman bir nokta” koyuyorum… Bence “nokta” her zaman bir “son” demek değildir, “bitti” anlamına da gelmez çoğu kez! Bazen “nokta” kendinden sonra gelen ilk harfin “büyük” olacağını gösterir sadece.
Dilerim öyle olur…
Ders notlarım her hafta olduğu gibi, takip edenlerce bilinen noktada: www.slideshare.net/turkkusu adresimde. Sıcaklıkları gitmiş olabilir ama lezzetleri yerindedir, teklif beklemeyin ve lütfen buyurun SÖZ UÇAR, YAZI KALIR soframa…

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR 6

Yorum bırakın


doğru bir söz “söz uçar, yazı kalır” ama göz görmeyince yazı kalsa ne olur, kalmasa ne olur! yaşamım boyunca sımsıkı sarıldığım bu laf, izlediğim ve linkini aşağıda paylaştığım sitedeki mesajı alınca ilk kez boşa çıktı…

ara sıra, günlük yaşamın kaygılarından uzaklaşarak düşünceye dalmalı, vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. ancak böyle zamanlarda iyilik ve güzelliğin kaynağını görebileceğimiz geniş ufuklar gözlerimizin önünde açılacaktır. ancak bu suretle, kendimiz dışında bir kişiye daha faydalı olabileceğimizi unutmayalım…

http://www.renklerherkesicindir.com

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR 5

Yorum bırakın


genel olarak etkinlik yönetimi, özel olarak da katılımcı kayıt/takip işleri konusunda işbirliği yaptığım ve bilebildiğim kadarıyla türkiye’den başka kullanıcıya rastlamadığım Cvent, yeni bir e-book yayınladı: Event Marketing 2.0
markaların gözünde ‘tüketici’ veya ‘son kullanıcı’ olarak tanımlanan ve günümüzde en kolay sosyal medya platformları üzerinden erişilen bu kitle ile markaların kendi öncelik/üstünlük mesajlarını yayma arenası olarak değerlendirdiği özel etkinlikler arasındaki bağlantılar anlatılıyor ve bu işin profesyonellerine bile ışık tutacak detaylar paylaşılıyor bu kitapta.
meraklısı buradan buyursun: http://www.cvent.com/en/pdf/social-media-event-marketing-ebook.pdf