Etkinlik dünyasında örgütlenmenin neresindeyiz?

Yorum bırakın


Her toplumda güçlü bireyler vardır, diğerlerini etkiler ve hükmederler. Biz, hepimizi şu ya da bu biçimde diğerlerini etkilemek ve hatta hükmetmek isteriz ancak gerçek anlamda bunu pek azımız başarabiliriz.

Gösterişli ofisler, şık kıyafetler, göz alan takılar, son model otomobiller hatta yemek yenilen yerler bu hedefe giden kestirme yol gibi gözükse de yanıltıcıdır. Süreklilik yani her geçen gün daha fazlası gerekir ve yitirildikleri anda siz de adeta yok oluverirsiniz. Oysa sürdürülebilirlik için yapılan ve yapılacak her tür yatırım sizinle birlikte ve hatta sizden sonra da var olmayı sürdürecektir. Burada en önemli nokta, aynı zamanda gelişmişlik göstergesi olarak da kabul edilen örgütlenmedir. Mesleki örgütler, profesyonellerin kendilerini gösterecekleri ve başarıları ile örnek olacakları biricik platformlardır.

Günümüz iş dünyası rekabet üzerine kurulu. Rekabet ise en sade yaklaşım ile herkesin diğerlerinden daha iyi olma, daha çok büyüme, daha yüksek gelir veya kazanç elde etme gayreti anlamına geliyor. Daha iyi olan, daha çok büyüyen, daha fazla kazanan diğerleri için de bir anlamda örnek oluşturuyor. Gıpta edilen oluyor…

Rekabet pahalı ve zahmetli bir süreci de beraberinde getiriyor. Herkes rakiplerinden sıyrılmak, onları geride bırakmak için pek çok girişimde bulunuyor. Aynı iş için, aynı bilgi için herkes kaynaklarını seferber ediyor. Bir bilgi için onlarca kez kaynaklar seferber ediliyor, ödeme yapılıyor. Oysa bu bilgiler birbirilerine üstün gelme gayreti için değil de sektörel büyüme, mevcut iş alanını genişletme için kullanılsa daha iyi olmaz mı?

Olur elbette…

Bu nasıl başarılabilir?

Örgütlenerek…

Örgütlenmenin rekabetten vaz geçmek anlamına gelmediğini hepimiz biliyoruz. Sorunları özellikle de büyük ve sektörün geniş kesimlerini ilgilendiren ve etkileyen sorunları çözmek için bir araya gelmenin önemini, izlediğimiz belgesellerden iş dünyalarımızdaki deneyimlerimize uzanan geniş yelpazeden de gayet iyi biliyoruz.

Ortalama ağırlığı 150-160 kg olan bir aslanın ortalama ağırlığı 700-800 kg olan bir Afrika sığırını alt etmesi mümkün mü? Küçücük bir arının topu topu 1,5 aydan kısa yaşamında polen taşıyıp bal yaparak dünyanın devamı için en önemli görevi yerine getiren canlı kabul edilmesi aklın alacağı bir şey mi? Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Nasıl başardıklarına bakacak olursak göreceğimiz, hepsinin güçlerini birleştirmesi olacaktır. Güçlerin birleştirilmesi, bir yerine birden çok olmak, bir anlamda başarmanın da anahtarı konumundadır. Özetle; teklikten veya azlıktan çokluğa geçmektir işin sırrı.

Hızlıca iş dünyasına da bakalım; göreceğimiz çok benzer bir tablo olacaktır. Bugün, yaratıcı fikirleri ile öne çıkan markalarının hemen hepsi, bir bilemediniz iki kişi ile başladıkları yolculuklarında zaman içinde sayısız ve isimsiz pek çok kişi tarafından geliştirilen çözümler ile güçlendiler. Bir başına veya az sayıda olmaktan çok sayıda olmaya terfi ettiler. Sadece 2014 yılında gücüne güç katmak isteyen Huawei 3.442, Qualcomm 2.409, ZTE 2179, Panasonic 1.682, Mitsubishi 1.593, Intel 1.539 patent satın aldı. Aynı dönemde ABD 61.492, Japonya 42.492, Çin 25.539, Almanya 18.008, Güney Kore 13.151 patent başvurusu ile güç kazanma yolunda birer rekora imza attılar. Buradaki sayılar ortak aklın ne boyutlara ulaştığının göstergesi olarak yorumlanabileceği gibi erişilen çokluğun boyutları hakkında da fikir verecektir.

İşin püf noktası bilgilerin birleştirilmesi

Hayvanlar içgüdüleri ile, dünyanın dev şirketleri de vizyonları sayesinde bilgi ve becerilerini artıyorlar. Yeri geldiğinde 5 aslan birleşip kendilerinden 5-6 kat büyük bir canlıyı alaşağı ediyor. Milyonlarca dolarlık araştırma ve geliştirme bütçesi olan dev şirketler de yeri geldiğinde iyi bir fikir için büyük paralar ödeyerek kendi teknoloji havuzlarını genişletiyor.

Meslek sahiplerinin de kendi alanlarındaki ilerlemeleri ve güçlenmeleri benzer bir süreçten geçiyor. Geçmişteki en eski meslek örgütlerinden biri olan loncalar yerlerini meslek dernekleri, devamında federasyon ve konfederasyonlara bıraktı. Örgütlenme meslek birlikleri, ticaret ve sanayi odaları, meslek odaları, meslek zümreleri ile taçlandı. Burada belli hedeflere ve/veya amaçlara odaklı vakıfları da unutmamak gerek haliyle.

Örgütlenme, bu anlayışın temel dinamiği. Örgütlenme biçimi ise o iş alanındakilerin bilgeliği ile ilintili. Dinamik yani harekete geçme ve bilgelik yani bilgi sahibi olmak demek de tartışmasız olarak “güce güç katılması” anlamına geliyor. Bunun için “akıl” ve “eylem” şart!

Etkinlik ve iletişim alanlarındaki örgütler

MICE denildiğinde neredeyse M (meeting | toplantı), I (incentive | teşvik) ve C (conference | konferans) fonksiyonları ile aslan payını alan turizm sektörü örgütlenme konusunda en yüksek çeşitliliğe sahip bir profil sergiliyor.

Kendi kanunu olan Türkiye Seyahat Acentaları Birliği TÜRSAB’dan TYD – Turizm Yatırımcıları Derneği’ne, TUYED – Turizm Yazarları ve Editörleri Derneği’nden TUREB – Turist Rehberleri Birliği’ne, TUROB – Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği’nden POYD – Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği’ne varınca kadar onlarca ileri düzeyde ülke genelinde örgütlenme mevcut. AKTOB – Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği, KAPTİB – Kapadokya Turizm İşletmeciler Derneği ve ÇUKTOB – Çukurova Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği gibi bölgesel hatta KONTİD – Konya Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği ve DENTUROD – Denizli Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği gibi şehir hatta BODER – Bodrum Otelciler ve İşletmeciler Derneği ile KOMPLİD – Kuşadası Otel Motel ve Restoran İşletmeciler Derneği gibi ilçe ölçeğine kadar indirgenen mesleki yapılanma örnekleri mevcut.

Yeterli mi? Başlangıç için “evet”…

Ulusal turizm politikasında söz sahibi mi? “Henüz değil”…

Daha fazlası gerek

İletişim alanında reklam ve halkla ilişkilere odaklı örgütler, yıllardır gerek ülke içinde ve gerekse uluslararası platformlarda saygın yerlere sahipler. Uluslararası örgütlere yönetici seçilen profesyonellerin varlığı sektörü her zaman gururlandırıyor.

Reklamcılık Vakfı, Reklamcılar Derneği, Reklam Verenler Derneği, RYD – Reklam Yaratıcıları Derneği, GMK – Grafikerler Meslek Kuruluşu, RY – Reklam Yapımcıları Derneği, ARED – Açıkhava Reklamcıları Derneği bu sektörde ilk akla gelenler.

Halkla İlişkiler alanında da oldukça geniş bir çeşitlilik söz konusu. TÜHİD – Türkiye Halkla İlişkiler Derneği, İDA – İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği, KİD – Kurumsal İletişimciler Derneği, AHİD – Ankara Halkla İlişkiler Derneği, BHİD – Bursa Halkla İlişkiler Derneği, DPİD – Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği sektörün gelişimi yönündeki çalışmaları ile dikkat çekenler.

Medya kanadında başta TCG – Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başta olmak üzere TSYD – Türkiye Spor Yazarları Derneği, MGD – Magazin Gazetecileri Derneği, EGD – Ekonomi Gazetecileri Derneği, RTGD – Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği, TESİYAP – Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Derneği ve bu köşeye sığmayacak sayıda gazeteciliğin farklı alanlarında uzmanlaşan muhabirleri, yazar ve editörleri buluşturan dernek mevcut. Foto muhabiri ve kameramanların derneklerini unutmamak lazım.

Etkinlik tarafında da memnuniyet veren bir tablo söz konusu.

i-MICE – Uluslararası MICE Endüstrisi Derneği ve TETKİD – Türkiye Etkinlik, Toplantı ve Kongre Sektörü Yöneticileri Derneği ile YEPUD – Yaratıcı Etkinlikler Planlama ve Uygulama Derneği, YEKON – Yaratıcı Endüstriler Konseyi Derneği, SSTD – Sergileme ve Stand Tasarımcıları Derneği, ETMK – Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu Derneği, TEDSED – Tüm Etkinlik Teknolojileri Sektörü Derneği ve TESDER – Türkiye Eğlence Sektörü Derneği alanlarındaki öncüler.

Daha güçlü olmaları, daha geniş kesimleri temsil etmeleri gereken ve daha fazla ilgiyi hak eden, mesleğine sayguın duyan ve kendini geliştirmeyi hedefleyen her profesyonelin üye olması gereken öncüler.

Etkinlik sektörüne emek veren katkı sağlayan meslek kuruluşları:

i-MICE           http://www.industryofmice.com

TETKİD        http://turizmmedya.net/tetkid/

YEPUD          https://www.yepud.org

YEKON         http://www.yekon.org

SSTD             http://www.sstd.org.tr

ETMK            http://etmk.org.tr

TEDSED       http://www.tetsed.com

TESDER        http://tesder.biz

EVENTNEWS.ONLINE sitesindeki yayın: https://eventnews.online/2020/01/17/etkinlik-dunyasinda-orgutlenmenin-neresindeyiz/

 

 

Yıllar sonra yeniden muhabirlik yaptım…

Yorum bırakın


Boğaz’ı renklendiren ve şenlendiren bir etkinlik; VISA destekli Bosphorus Regatta için yıllar sonra yeniden muhabirlik yaptım.

#VISA #BosphorusRegatta #rekor sayıda #yelkenli #start aldı, özenli tasarımı ile dikkat çeken #ödüller de #başarılı bir #tören ile sahiplerini buldu.

EVENTNEWS.ONLINE sitesindeki haberim: https://eventnews.online/2019/11/06/boğazi-renklendiren-ve-şenlendiren-bir-etkinlik-visa-destekli-bosphorus-regatta/

Adnan Hoca meselesi ile ilgili ilk kitap…

Yorum bırakın


Adnan Hoca meselesi neredeyse 40 yıllık geçmişe sahip. Bu süre boyunca toplumda çok konuşulan isimlerden biri oldu; kendini mesih ilan etti, çevresine topladığı gençlerden beslendi, içerikleri birbirine çok benzer onlarca kitap yazdı, akıl hastası olduğu ileri sürüldü. Yaşamı, şirketleri ve tv yayınları dillere pelesenk oldu.

Cumhuriyet tarihimizin “iyi olmayan bir örneği” olan ve pek çok benzeri bulunan Adnan Hoca meselesini bir kitap olarak derleyen de sevgili Fuat Kozluklu oldu.

image.png

İlk kez dönemin “en çok satan” haftalık haber dergisi Nokta’da yayınlanan Adnan Hoca araştırmamızda yaşadıklarımı sevgili Fuat için yazdım. O da aktardıklarımı “Adnan Oktar’ın dünyasını deşifre eden bir gazetecinin kaleminden” açıklaması ile Kod adı: Sapkın isimli kitabında yayınladı.

Okunması gereken bir kitap…

5N1K ile Etkinlik Yönetimi | Event Management via 5N1K

Yorum bırakın


kitabım bugün tam bir aylık oldu… yazıldı, okundu, basıldı ve sizlere ulaştı. bir kaç sözcükle anlatılabilecek kadar sade ama yaşanırken ve özellikle de bir sonraki aşamaya geçiş beklenirken de bir o kadar sancılı bir süreç. ilgi, umduğumdan büyük, satış da beklediğimden yüksek. önümüzdeki aylarda yeni baskı olacak gibi… 🙂
facebook sayfamızdaki göstergelere göre; kitabın varlığından haberdar olan olan sizler ve sizlerin dostları ile 66 bini aşan bir topluluk söz konusu. müthiş bir sayı bu. aynı sayfadan anladığım kadarı ile genel bir beğeni de söz konusu. bu beğeni sadece tıklamalardan ibaret de değil üstelik, eski usül “sevgili hakan” diye başlayan mesajların içinde, hem de satırlar boyunca…
sağolun;
– sağolun emeğe saygı duyup satın aldığınız için…
– sağolun zaman ayırıp okuduğunuz için…
– sağolun düşündüklerinizi paylaştığınız için…
turk_kahvesi her biriniz ile kahve içip sohbet etmiş gibiyim. “bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır” derler, katkılarınız ile sizin de ben de 40 yıl hatırı var artık.
bir eksiğimiz kahve idi, o da burada hazır işte…

Eksiksiz olmuyor (mu?)

Yorum bırakın


yaşamım boyunca hep eksikliklerle uğraştım…
çocuktum ufacıktım, boyu sıraya ancak yeten bir küçük çocuktum, eksik bilgilerim yüzünden eksik kalan notlarım ile boğuştum. sonra büyüdüm, ama yine eksiklerim yüzünden okulun “en gözde delikanlısı” olma fırsatı kaçırdım. ama ne notlarımın eksikliği, ne de kerşı cinsin ilgisinin eksikliği beni üzmedi, kendi kendime “nasıl olsa ileride olur” dedim…
ilk işime başladığımda bir çelimsiz çocuktum, nasıl olmayayım henüz 12-13 yaşlarındaydım, ilkokul bitmiş ve anadolu lisesi’nin hazırlık sınıfını tamamlamıştım. bu işim bir antika eşya satışı yapılan bir dükkandı, iyi bir oteldeydi. mesai ilk grupların check-out yaptığı 06:00’da başlar, yemeklerini yiyen otel misafirlerinin yatmadan önce lobby’de dolaştığı 23:00 sonrası biterdi. düzeni aksatmazdım ama içten içe farkındaydım ve kendi kendime “bu tempoya ne gücüm, ne de enerjim yeter” derdim…
üniversite sınavına girdiğim yıl, ilk kez iki basamaklı sınav uygulaması ile karşılaştım. yaşım eksik kaldığı için benden öncekilerin bir kez yaşadığı stres, benim karşıma tam iki kez çıktı. her iki sınavı da başardım ama notlarım eksik kaldığı için, çok heves ettiğim izmir yerine istanbul’u kazandım. ne yaşımın eksikliği, ne de aldığım notun eksikliği beni yıpratmadı, kendi kendime “nasıl olsa ileride telafi eder, tadını çıkarırım” dedim…
istanbul ün,versitesi, iktisat fakültesi’ndeki lisans eğitimim bitip uluslararası ilişkilerbölümü’nden mezun olduğumuzda, tüm dönem arkadaşımlarım ile birlikte double major-çift ana dal yaptığımızı da tesadüfen öğrendim. sonrasında yüksek lisans yapayım istedim, notlarım tuttu ama ilk yılın sonundaki günler ve geceler boyunca hazırlandığım ilk final sınavında “kapitalizmin şartları” sorulunca sabrım eksik kaldı. kağıdımı verdim, “yüksek lisans yapan birine lisans birinci sınıf vizesindeki soru sorulmaz” deyip çıktım. zaman içinde sildim attım kafamdan ama eksikliğini uzunca bir süre “çok derinden” hissettim, hatta eğitim durumumu soranlara bir kaç kez yüksek sesle “yüksek lisanstan terk” dedim…
okulu milattan öncede bırakınca kendimi bulunmaz hint patiskası gibi hissettim, pek bi’önem verdiğim iş dünyama kendimi maksimum kaptırdığım yıllarda hep zamanımın ne kadar eksik kaldığından yakındım. günde 8 saat çalışanlara bakıp, samimiyetle kendi geleceklerinden çaldıklarını düşündüm. inanılmaz ama yıllarca “en az 16 saat çalışmak gerek” türküsünü söyledim. zaman içinde bunun da yanlış ve eksik olduğunun farkına vardım, kendi kendime gizlice itiraf ettim…
arkadaşlarım, akranlarım 10-12 saat uyurken, hatta haftasonlarında bu süreyi 16-18 saate çıkarırken yine 5-6 saatlik uykum ile onlardan eksik kaldım. fazla uykunun zararları konusunda doktora yapacak kadar bilgi edindim ama bir de bakmışım ki bol uykuyu sevenler için gecemi gündüzüme katmışım yıllarca. bu kadarı da fazlaydı, kendi kendime “pes” dedim…
hem okudum, hem çalıştım. zaman kıttı. iktisat fakültesi’nin uluslararası ilişkiler bölümü’nde okurken sırası ile önce türk haberler ajansı’nda, sonrasında da nokta dergisinde çalıştım. zaman yetmiyordu. türk haberler ajansı’ndaki işim, şirket hiyerarşisi içinde office-boy’un altındaydı, onun bastığı haber bültenlerini sokakta kapı kapı dolaşıp dağıtırdım. zaman hep eksik kalırdı. nokta büyük fırsattı genç bir delikanlı için ama zamanım yetmezdi, gece yarısından önce çıkamazdım ercan arıklı’nın yönettiği nokta dergisi binasından. bana göre herşey doğruydu ama bir şey, hatta bir çok şey eksikti. en çok da yol kenarındaki bir cafe’de içilen kahve keyfi eksikti. bunları düşündüğümde kendi kendime, “şımarma” derdim ama bu eksik, sonraki yıllarda bile içime dert olmaya devam etti…
ilk genel müdür yardımcısı ünvanımı aldığımda ayaklarımı yerden kesmişti, “fazlasıyla hak ettiğim” söylendi. “madem hak ettim, neden fazlası değil” demek aklıma bile gelmedi.
geçen binyılda, yabancı ortağı olmayan ve üstüne üstlük hizmet sektöründe olan bir şirketin cirosunun milyon doları aşması pek alışılmış bir durum değildi. bir değil tam beş milyon dolar eşiğinin aşılmasında kilit rol oynadım. geçtim beş bin liralık primi, beş saniye ayrılıp da “teşekkür ederiz” bile denmedi. “hevesim kursağımda kaldı” demiyeyim ama içimde bir kez daha büyük bir şey eksik kaldı…
20’li yaşlar, 30’lu yaşlar, 40’lı yaşlar hızla geçti… hiç bir eksiğim yok, her yaşın hakkı tamam diyordum. üstlendiğim her işin hakkını verdim diyordum. başımı kaldırınca ve farklı bir açıdan bakınca epeyce eksiğim olduğunu fark ettim, içim burkuldu. daha önce de olduğu gibi kendi kendime kızdım, kocaman bir “pes” dedim…
bugün-yarın 50 olacağım…
daha sonra 60, olur mu olmaz mı bilmiyorum…
40 küsur yıl insanı yoruyor, 50’lerde bunu telafi edecek güç olacak mı bilmiyorum…
birinci bahar’dan kimse bahsetmiyor ama ikinci bahar dillere pelesenk. gülüp geçiyorum kendi kendime, “hayırlısı” diye ağzımda geveliyorum. insan ister hiç bir şeyin eksik olmadığı anları, hatta uzunca bir zamanı ve mümkünse de yılları. bazen oluyor, bazen olmuyor ama bir şeyler hep eksik kalıyor.
60’lar yeni bir şeyler getirir de eksikleri giderir mi hakikaten kestiremiyorum. kimi çağdaşlarım 70’lerinden, 80’lerinden bahsediyor. planlarını anlatıyor. daha eğitimi süren çocuklarından bekledikleri torunlardan söz ediyorlar. yolları açık olsun. gönüllerine yakıştırdıkları, gerçekleri olsun elbette. kendi adıma, kendi payıma bu konuda da eksik olduğumun altını çizmeliyim. takvim yapraklarımın eksik olmasında değil sorun, daha derinde… bir başka eksik’te…
zaman eksik…
mekan eksik…
sağlık eksik…
huzur eksik…
bilgi eksik…
para eksik…
özetle ağız tadı eksik…
bu yazıyı yazarken, eksikleri sıralayıp “nasıl gideririm” sorusuna yanıt aramaktı niyetim. sanırım bu da bir başka eksik oldu…
şu eksikler bir bitse… yaşamın bir döneminde de eksik’ler ile uğraşmasam…
öyle bir zaman geldiğinde o kadar mutlu olacağım ki, geride kalan kimi eksikleri bile görmeyeceğim, görmezden geleceğim…
dilerim öyle bir zaman vardır, dilerim o dönem gelsin…
“eksiksizlik, ütopyadır” mı dedi biri uzaktan…
çeneni kapat arkadaş, bir ümidim var onu da tüketme bari…
belki vardır…
bakın bu bir fincan kahvenin hiç bir eksiği yok…

görünüm mükemmel, tadı yerinde, sıcaklığı kıvamında, üstelik de durduğu yerde başlı başına bir mutluluk kaynağı…
kahve de özlenir mi, özlenirmiş… can çeker mi, hem de çok fena çekermiş…

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR 4

Yorum bırakın


kısa adı tha olan ve turkish news agency açılımı sayesinde uluslararası habercilik dünyasında son derece yüksek bir itibara (anadolu ajansı semi-official kavramı ile anılırdı) sahip türk haberler ajansı’nda çalışmaya başladığımda, bana öğretilenler arasında ilk dikkatimi çeken “inisyal” kullanımıydı. belki o güne kadar hiç kendi parafımı kullanmadığımdan, belki de ilk kez yaptığımın daha doğrusu yazdığımın sorumluluğunun doğrudan bana yüklenmesinden bu uygulama çok ilgimi çekmiş ve bir o kadar da hoşuma gitmişti. yapılan son derece basit bir işlemdi aslında; dış haberler servisi’nde çevirisini yaptığım her haberin altına “aç parantez, yaz hkn, ekle kesme işareti” ya da (hkn/ yazmaktan ibaretti. benden daha kıdemli olanlar da okuduklarını, onayladıklarını ve/veya düzelttiklerini ifade etmek için kendi inisiyallerini ekler, bu silsile taa ki yazıişleri müdürü’ne kadar uzanırdı. haberin, bir anlamda da bilginin kimlerin elinden geçtiği, sorumluluğun nasıl bölüşüldüğü/paylaşıldığı ortaya konurdu bu basit ama işe yarayan yöntem sayesinde.
sonra teknoloji ilerledi, sosyal medya doğdu, “kim olduğumuz mu yoksa kim olmaya heves ettiğimiz mi” meselesi önplana çıktı ve nihayetinde de “ister gerçek olsun, ister kişinin kendine yakıştırdığı olsun” her kullanıcı kendine ait bir avatar yarattı. nick’ler ile süslendi, resimler ile renklendi bu avatar’lar, modern dünyada kabul görmemizi sağlayan bu inovatif kimliklerimiz…
gel zaman git zaman, bu da yetmez oldu, gerekli-gereksiz oluşturulan pek çok avatar’ın biraraya getirilmesi durumu, belki de mecburiyeti doğdu, o zaman da gravatar (globally recognized avatar) yani avatar’ın babası ile tanıştık.
işte benim gravatar: http://en.gravatar.com/turkkusu